Tuesday 25 August 2009




Belki bir masal gibi dinleyebilirsiniz bu hikayeyi. Radyolu günleriniz oldu mu bilmiyorum. Gaz lambasını ortaya koyup etrafında birbirinize hikayeler anlattınız mı? Böyle olmasa da belki elektrikler kesildiğinde dokunur dokunmaz yanan ışığın sizden birden kaçmasının sıkıntısıyla söylenmişsinizdir, gözleriniz karanlığa alıştığında yaktığınız mumun aydınlığında bildiğiniz gölge oyunlarıyla birbirinizi eğlendirmişsinizdir...
Belki de o lambalı günlerden siz de nasibinizi aldınız. Korkunç masallarla doldurdunuz akşamlarınızı, en uzun ,en korkunç masalı kim anlattıysa kafasını yastığa muzip bir gülümsemeyle koydu. Kazandığı zaferin keyfini rüyalarında sürdürmek için hemencecik uyudu. Kim bilir? 21 Şubat’ta ay Dolunay. Gözünüzü gökyüzüne çevirip o muhteşem manzarayı kaçırmazsanız belki size anlatacağım masalı da hatırlarsınız.
Ben size 1912’de başlayan, 1931 yılına kadar süren ve hiçbir zaman birbirleriyle karşılaşmadan birinin ölümüyle son bulan bir aşktan bahsetmek istiyorum. Adlarını duymuşsunuzdur. Halil Cibran ve May Ziyade… İki Lübnanlı yazar. Dünyanın farklı köşelerinde yaşayan iki kişi...
Halil Cibran Amerika Birleşik Devletlerinde... May Ziyade Mısır’da. Lübnan’da Beşari’de 1883’te doğan Cibran, annesi, ağabeyi ve kız kardeşleriyle önce Boston’a, sonra New York’a yerleşmiş ve 1931’de New York’ta ölmüştür.
May ziyade. 11 Şubat 1886’da Nasıra’da doğan May önce doğduğu yerde, sonra beş yıl süreyle Lübnan’da Aintourah Kızlar Enstitüsü’nde öğrenim görmüş. Öğretmen olan babası Mısır’da daha iyi olanaklar olacağını düşünerek ailesini Kahire’ye taşımış .
Halil Cibran ve May Ziyade birbirlerini karşılıklı yazdıkları mektuplardan ve çalışmalardan tanıdılar. Ama hiç karşılaşmadılar..
“Sevgili bayan May,…Mektupların ne kadar güzel. May, ne kadar hoş. Dağların tepesinden düşlerimin vadisine akan bir nektar nehri gibi. Gerçekten de , bu mektuplar, uzaktakileri etkileyen, yakındakileri geliştiren ve büyülü yankılarıyla taşları parlayan meşalelere, dalları çırpınan kanatlara çevirenOrfeus’un Lutu gibi. Sadece bir mektubunun geldiğibir gün bile benim içindağın doruğuna eşdeğer –düşün artık üç mektubunun birden geldiği güne ne demeli? Böyle bir gün için “Yüksek sütunlu İrem’in” sokaklarında dolaşacağım zamanlardan vazgeçerdim.” New York ,11Haziran 1919
Halil Cibran ve May Ziyade arasında yaşanan birbirini arayan iki ruhun buluşması gibidir. Hiç karşılaşmadan mektuplarla süren bir aşk. May duyguları coşup taştığı zamanlarda mektuplarında bu duygularını anlatsa da, yaşadığı zamanda onun bulunduğu yer, diğer kadınlardan daha özgür bir bireyselliğe ulaşmış da olsa yaşadığı toplumun ipekten bağlarına kayıtsız kalamamış ve geri çekilmiştir.
Şöyle der 15 Ocak 1924tarihli mektubunda. “Sana karşı taşmalarım-ne demek bu? Bütün bunlarla ne demek istediğimi gerçekten bilmiyorum. Ama senin sevdiğim olduğunu ve sevgiye saygı duyduğumu biliyorum… Bu düşünceleri sanaitiraf etmeye nasıl cesaret edebiliyorum? Böyle yaparak onları yitiriyorum. Yine de bunu yapmaya cesaret ediyorum. Tanrıya şükürler olsun ki, bunları söylemeyip yazıyorum, çünkü şimdi şu anda burada olsan, hemen geri çekilip uzunca bir süre senden kaçarım ve söylediklerimi unutuncaya kadar da beni görmene izin vermem.”
Halil Cibran 10 Nisan 1931 Cuma günü New York’ta öldü. Daha sonra 21 Ağustos’ta Beyrut limanına getirilen naaşı Lübnan tarihinde görülmemişmuhteşem bir törenle Beşari’ye Mar Sarkis Manastırı’nın eski şapeline götürüldü. Ve Lübnan Hükümetinin desteğiyle devamlı bir Cibran müzesi oluşturuldu.
Halil Cibran öldüğünde May şöyle yazmıştır. “Hiçbir zaman bu kadar acıçekmemiştim, hiçbir kitapta bir varlığın bu çektiğim kadar büyük bir acıya katlanacak gücü bulacağını okumamıştım…” Dr. Joseph Ziyade’ye mektubundan.
May’in durumu giderek kötüleşmiş uzun çöküntü dönemleri yaşamış bu durumdan kurtulmak için seyahatlere çıkmış. Başarısız bir intihar girişiminin ardından yakınlarının gözetiminde Lübnan’a dönmüş, bir akıl hastanesinde deliliğin eşiğinden dostlarının yardımıyla edebiyat çalışmalarına geri dönmüş ve 22 Mart 1939’da Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde verdiği “Arap Yaşamına Yazarın Mesajı” adlı dersle tamamen iyileştiğini kanıtlamıştır. Lübnan’ı çok sevmesine rağmen 1939’un başlarında döndüğü Kahire’de iki buçuk yıl sonra ölmüştür.

No comments:

Post a Comment